KKÜ İTBF. Felsefe Bölümü +90 318 3574242 Dahili: 4114 sarp_mustafa@hotmail.com

ruh gökyüzündeki, yeryüzündeki ve denizdeki her şeyi kendi hareketiyle güder; bu hareketin adı istemek …doğru ve yanlışı düşünmek,…, nefret etmek ve sevmektir.”

 

 

   Platon’un insan hakkındaki düşüncelerine baktığımızda, onun bu konudaki düşüncelerini toplum hakkındaki düşünceleriyle iç içe geçmiş olarak buluruz. Bu açıdan onun ‘Devlet’ adlı eserinden yararlanarak insan görüşünü ortaya koyabiliriz.

    Platon’un ‘Devlet’ adlı eserine baktığımızda insanı eksik bir varlık olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Ona göre insan tek başına kendi kendine yetemez. Bu yüzden de başkalarına gereksinim duyar.[1] Bu durum tüm insanlar için geçerli olduğundan birçok eksiklik, birçok insanın bir araya gelmesine neden olmaktadır. Bir araya gelen bu insanlar, ortaklık içinde bir arada yaşarlar. Bu şekilde ortaya çıkan düzene, Platon eserinde, toplum düzeni demektedir.[2] Bu toplum düzeninde yer alan her insan kendi yaradılışına göre iş görür.[3] Peki, insanın yaradılışından ne gibi bir anlam çıkarmalıyız? Bunun için de Platon’un psikolojisiyle (ruh görüşü) ilgili fikirlerine bakmamız gerekmektedir.

   Platon, öncelikle ruhu ikiye ayırmaktadır. İlki, içimizdeki hesaplayan düşünen yandır ki bu ‘akıl’ yanıdır. İkincisi, ‘düşünmeyen’ yanıdır; “o sadece sever, acıkır,..,doymak, zevk almak ister.”[4] Ona göre bunlarla beraber isteklerle ilgili olmasına rağmen akıldan da pay alan bir kısım daha vardır. Bu kısım ruhun üçüncü kısmını oluşturmaktadır. Bu kısma, Platon, ‘kızgınlık’ yanı demektedir.[5]

   Platonun, ‘Devlet’ kitabında ele aldığı ruhla ilgili görüşlerini, ‘Timaios’ diyalogunda da görmek mümkündür. Özelikle bu eserinde ruhun üç farklı kısmını bedenin farklı yerlerine yerleştirdiği görülmektedir. Ruhun akıl yanının yeri beyindir. Cesaret yanının yeri ise göğüs ve özelikle boğaza yakın bir yerdir.[6]Son olarak, ruhun yemeye, içmeye ve vücudun tabi olarak ihtiyaç gösterdiği bütün şeyler ihtiyaç duyan iştah kısmına gelince, tanrılar onu göbekle orada bulunan bir deri arasına yerleştirmişlerdir.”[7]

   Ruh, Platon’a göre hareketin ilkesi olarak kabul edilmektedir. O, evrendeki varlıkları canlı ve cansız olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Cansız varlıklar, kendi başlarına hareket etme özelliğine sahip değillerdir; hareket etmek için dıştan bir kuvvete gereksinim duyarlar; fakat canlı varlıkların ise kendi başlarına hareket etme yetileri vardır. Bu özelliklerini onlara veren ilke olarak karşımıza ruh çıkar.[8] Ruh, ona göre hareket eden her şeyin içinde bulunur ve onu yönetir.[9] Bununla beraber Platon, hareketten yalnızca yer değiştirmeyi anlamaz: Ona göre:

 

ruh gökyüzündeki, yeryüzündeki ve denizdeki her şeyi kendi hareketiyle güder; bu hareketin adı istemek …doğru ve yanlışı düşünmek,…, nefret etmek ve sevmektir.”[10]

 

Bu ifadesinden de anlaşılacağı gibi Platon, hareketten yer-değiştirme hareketinin yanı sıra, hem düşünsel hem de duygusal olsun tüm değişmeleri de anlamaktadır. Bu yüzden O, insan faaliyetlerinin tümünü ruha mal etmektedir.[11] Ruhun üçlü yapısına paralel olarak üç farklı faaliyet ortaya çıkar[12]. Bunlardan ilki, bilgi edinme davranışıdır. İkincisi ise cesaret ya da öfke davranışı; üçüncüsü iştahla ilgili davranışlarıdır.[13]

    Ruhun bu üç yanının her birinin kendi göre işlevi vardır, Akıl ölçü olduğundan içimizde olup biten her şeyi kollayıp yönetmek ona düşer. Öfkenin işi de, onu dinlemek ondan yana olmaktır. Bu iki yanın görevlerini yerine getirmeleri için tabiî ki eğitime gerek vardır. Ancak müzik,  jimnastik ve felsefe eğitimiyle bu gerçekleşebilir. Bu şekilde eğitilen bu iki yan, üçüncü yanı yani İştahı kontrol altına alabilir.[14] İşte Platon düşüncesinde ‘doğru insan’, kendi içinde bu düzeni kurmuş olandır. Ama doğru insan olma özelliği her insan için geçerli değildir. Çünkü ruhun bu üç yanın belirtilen düzen içerisinde olmamasına -yani birinin diğerinin önüne geçmesine- bağlı olarak farklı kişilikler ortaya çıkmaktadır.[15] Hangi yanın öne geçtiği doğru insanı ortaya koymada önemli bir ölçüdür.

   İnsan bir yanıyla bilgi edinir, bir yanıyla öfkelenir; üçüncü yanı ise isteyen acıkan yanıdır. Açlık, susuzluk, cinsel sevgi ve bunlara benzer istekler insanın bu yanına ait şeylerdir.[16] Parayı da insan üçüncü yanıyla sever. Kısacası ruhun üçüncü kısmının hoşlandığı şey kazançtır. Bu açıdan Platon, ruhun bu bölümüne ‘kazançsever’ adını vermenin uygun olacağını belirtmektedir.[17]

Ruhun kızan veya coşan yanının özelliği ise var gücüyle zafer kazanmayı ve başa geçmeyi istemesidir. Bu yüzden bu bölüme de, ‘şerefsever’ adını vermektedir.[18]

Son kısım olan bilgi edinen yan ise hiç durmadan gerçeğin peşinde koşmak ve onu yakalamak istemektedir; ruhun üç yanından paraya ve şerefe en az ilgi gösteren yan ruhun bilgi edinen yanıdır. Bu yüzden bu kısma, ‘bilgisever’ yan adını verir.[19]

   Peki, insan için buyruk veren yan hangisidir? Platon’a göre bu kişiden kişiye göre değişmektedir. Kimi insanda bu bilgi yanıdır; kimi insanlarda da diğer ikisinden biridir. Ruhun bu kısımlarından hangisi başa geçerse ona göre farklı insan ortaya çıkacaktır. Bu açıdan bakıldığında üç çeşit insandan bahsetmek mümkündür. Bunlar: Bilgisever, ünsever ve parasever insandır.[20]

   Bu üç çeşit insana bağlı olarak da üç çeşit zevk, vardır. Parasever insan için bilim, şan, şeref önemli görülmez, bunların verdiği zevk, para kazanmanın verdiği zevk yanında değersiz kalmaktadır. Ünsever ise para biriktirmeyi itici ve kaba bulur ve insana ün sağlamayan her şeyi boş, manasız olarak görür. Bilgisever ise gerçeği olduğu gibi tanıma, durmadan yeni şeyler öğrenmenin verdiği entelektüel doyumun peşinde koşar ve yukarda saydığımız öteki zevkleri, asıl isteneceklerin çok uzağında, vazgeçilebilir zevkler olarak görür.[21] Özetle onun için önemli olan gerçeğinin bilgisinin peşinde koşmaktır

Platon, bu noktadan sonra bu üç kişilikten hangisinin gerçekten daha mutlu olduğunu araştırmaktadır. Buna şu soruyla başlar: “insanın yargısında aldanmaması için neler gerekir?[22]

Görme, anlam ve düşünmeyi, insanın yargısını aldanmaması için gerekli öğeler olarak ifade eden Platon, bu üç unsurun bilgisever insanda bulunduğunu ortaya koymak istemektedir. Bunu ise bilgisever insanı, hem ün hem de parasever insanla karşılaştırarak yapmaya çalışır. Bu karşılaştırma sonucunu ise şu sözleriyle ortaya koyar:

 

“—… şeref amacına erişen herkesin tattığı bir şeydir; zengin, kahraman ve bilge, halkın alkışladığı insanlardır,
her üçü de ün kazanmanın ne olduğunu bilirler ama gerçeğin ne olduğu üzerinde düşünmenin zevkini
yalnız filozof tadabilir.

—Demek ki, görgü, bilgi bakımından en iyi yargıya varacak olan Bilimseverdir?

—Öyledir[23]

 

   Ruhun akıl yanı, platon düşüncesinde en yüksek değere sahiptir. Akıl yanını ön plana çıkaran bilgisever insan ya da filozofa da bu açıdan bakıldığında, Platon düşüncesinde, doğru insana tekabül eder. Ancak filozof, ruhun bu üç yanı arasında uzlaşım sağlayabilmekte ve insanın içindeki hayvanlığı, insanlık yanının emrine verebilmektedir. Bu yapan bilgisever insan aynı zamanda kendi dışındaki insanlara karşı da adil ve ölçülü davranabilmektedir. Bu özelliğini, o, kendi ruhu içindeki dengeyi sağlayabilmesinden edinmektedir.[24]

   Yalnız, herkes bilgisever insan olabilir mi? Platon düşüncesinde doğru insanın oluşumunda eğitimin önemli bir rolü vardır. Müzik, jimnastik ve felsefe eğitiminin önemini vurgulamaktadır[25]; ama aynı zamanda bu eğitimi alabilecek bir doğaya da sahip olması gerektiğiyle ilgili görüşlerini de dile getirmektedir. Özelikle ‘Devlet’te bizlere bu konuyla ilgili şunları aktarır:

 

bu toplumun birer parçası olan sizler, ... , kardeşsiniz. Ama sizi yaratan Tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı olarak yarattıklarının mayalarına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına demir ve tunç katmıştır. Aranızda bir hamur birliği olduğuna göre sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir. Ama arada bir altından gümüş; gümüşten de altın doğduğu olabilir. Bunun için Tanrı, her şeyden önce önderlere, doğan çocuklara iyi bekçilik etmelerini, içlerine bu maddelerden hangilerinin katılmış olduğunu dikkatle araştırmalarını buyurmuştur. Kendi çocukları tunçla ya da demirle katışık doğmuşlarsa hiç acımayıp hamurlarına uygun işlere koyacak onları; çiftçi ya da işçi yapacak. Çifti ve işçi çocukları arasından mayaları altın ve gümüşle katışık doğanlar olursa,..., kimini önderliğe kimini bekçiliğe yükseltecek, çünkü mayasında demir ya da tunç katışık olanların önderlik edeceği gün şehrin yok olacağını Tanrı buyurmuştur.”[26]

 

   Burada bir konuyu açıklamak gerekir. Platon’un devlet anlayışı insan anlayışıyla iç içe girmiştir. Özellikle üç sınıflı toplum anlayışı, üç kısımlı ruh anlayışıyla paralellik göstermektedir. Yukarıda alıntısını yaptığımız kısımda yer alan yöneticiler, ruhun akıl; bekçiler ruhun cesaret; çiftçiler ya da işçiler de ruhun iştah kısmına karşılık gelmektedir.

   Ruhun akıl yanını ön plana çıkaran bilgisever insanın, yani filozofun, altından bir mayaya sahip olduğunun, Platon tarafından, ifade edilmesi, O’nun, insanın yaradılıştan böyle bir potansiyelle dünyaya geldiğini kabul ettiğini göstermektedir. Ona göre ancak küçük bir azınlık buna sahip olarak doğmaktadır.[27] Bu açıdan bakıldığında herkesin bilgisever olması ya da yukarıda da dile getirdiğimiz gibi ‘doğru insan’ olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Ancak uygun bir doğaya sahip olan ve bu doğasına göre gerekli eğitimi alabilen kişi bu mertebeye yükselebilecektir.

 

 


[1] Platon, Devlet, (çev. Sabahattin Eyüpoğlu – M. Ali Cimcoz ), İş Bankası Yay., İstanbul, 2002, s.56 (369 b).

[2] A.e., s.56 (369 c).

[3] Muttalip Özcan, a.g.e., s.70.

[4] Platon, Devlet, s.117, (439 e).

[5] Muttalip Özcan, a.g.e., s.73.

[6] Ahmet Arslan, a.g.e, C.II, s.373–374.

[7] Platon, Timaios, (çev. Erol Güney – Lütfi Ay), Sosyal Yayınlar, İstanbul, 2001, s.80, (69 e).

[8] Ahmet Arslan, a.g.e, C.II, s.362–363.

[9] Platon, Yasalar, C..II, (çev. Candan Şentuna – Saffet Babür), Kabalcı Yayınları, İstanbul, 1998, s.134, (896 e).

[10] A.e., s. 134, (897 a).

[11] Ahmet Arslan, a.g.e, C.II, s.375.

[12] Platon, Devlet, s.244, (580 d).

[13] Ahmet Arslan, a.g.e., C.II, s.372.

[14] Muttalip Özcan, a.g.e., s.74.

[15] A.e., s.76.

[16] Platon, Devlet, s.244, (580 e).

[17] A.e., s.245, (581 a).

[18] A.e., s.245, (581 b).

[19] A.e., s.245, (581 c).

[20] A.e., s.245, (581 c d).

[21] A.e, s.245, (581 d e).

[22] A.e., s.246, (582 a).

[23] A.e., s.256, (582 c d).

[24] Muttalip Özcan, a.g.e., s.77.

[25]Muttalip Özcan, a.g.e.,s.74; ayrıntı için Bkz. Ahmet Arslan, a.g.e., C.II, s.420-421; ayrıca bkz, Platon, Devlet, s.203-207.

[26] Platon, Devlet, s.96–97, (415 a b c).

[27] Muttalip Özcan, a.g.e, s.71–72.