"Bütün şeylerin ölçüsü insandır, var olan şeylerin varlıklarının, var olmayan şeylerin yokluklarının ölçüsüdür"
İlkçağ felsefesinin birinci bölümü olan presokratik dönem ya da doğa filozofları dönemi İ.Ö. 6. Y.Y. başlar ve Demokritos atomculuğuyla sona eren kısımdır. İkinci bölümü ise Sofistlerle başlayan; Sokrates, Sokrates sonrası okullarla devam eden; Platon, Aristoteles’le sona eren; ‘Atina Dönemi’ olarak da adlandırılan dönemdir.[1]
Sofistler, birçok özellikleriyle kendilerinden önceki doğa filozofları olarak adlandırdığımız dönemden ayrılmaktadır. Özellikle savunularıyla sofistler dönemi, antikçağın aydınlanma dönemi olarak değerlendirilmektedir.[2] Sofist düşünceyle birlikte felsefi ilgilinin eşyadan, doğadan, varlıktan, oluştan ve hareket probleminden daha geniş ve farklı bir dünyaya yöneldiği görülmektedir. Odak olan artık, insan, insanla ilgili olan ahlak, siyaset, adet, gelenek, görenek ve kültür v.b. öğelerdir.[3] Sofistlerin en ünlüsü olan Protagoras insan her şeyin ölçüsüdür sözüyle felsefi ilginin insana yöneldiğini daha açık bir biçimde ifade etmiştir. Onun bu ifadesinin aslı şu şekildedir:
‘bütün şeylerin ölçüsü insandır, var olan şeylerin varlıklarının, var olmayan şeylerin yokluklarının ölçüsüdür’[4]
Onun bu ifadesinde, bilgi ve varlık kuramıyla ilgili fikirler çok rahat bir biçimde çıkarılabilir; fakat bizim için burada önemli olan arka plan ‘insan’dan ne anlatmak istediğidir.
Protagoras insandan ‘tür olarak insan’ı anlamamaktadır. Çünkü O, şeylerin tek tek insanlara nasıl görünüyorsa öyle olduğunu söylemektedir.[5] Özelikle Platon’un ‘Theaitetos’ diyalogunda Protagoras’ın şu sözleri bunu bize çok açık bir biçimde göstermektedir:
‘Şeyler bana nasıl görünüyorsa öyle, sana nasıl görünüyorsa öyledir.’[6]
Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere onun için önemli olan tek tek insanlardır; yani bireydir.
Genel olarak Sofistlerin en önemli yanları, dikkatlerini doğadan insansa yani makrokozmostan mikrokozmosa çevirmiş olmaları ve özellikle insanın insan olarak önemi üzerinde durmalarıdır. Bu tutum hümanizm[7] diye adlandırılan tutumdur.[8] Diğer önemli yanları ise yukarıda da belitmiş olduğumuz gibi onların Yunan dünyası için bir Aydınlanma özelliği taşımalarıdır. Aydınlanma, insanın kendi aklı, tecrübeleri ve kendisi üzerinde düşünmesi olarak ele alınırsa bu saptama pek de yanlış olmayacaktır.[9]
Protagoras’ın ifadesinde kendini gösteren tek tek insanların, yani ‘birey’lerin, nasıl kendilerini gerçekleştirecekleri, sofistleri önemli kılan diğer bir özellikleridir. Birey nasıl eğitilmelidir, yani insanın eğitilmesindeki amaç nedir?[10] Onlara göre, her hayvan gibi insanın da kendini koruma araçları vardır, her insanda doğadan bir özellik vardır. İnsandaki bu doğal yatkınlığın geliştirilmesi de öğretimle olur.[11]Sofist düşüncede eğitim tek başına yeterli değildir; burada ise devreye insanın doğal yapısı girer. İnsan, uygun eğitim için uygun bir doğaya sahip olmalıdır.[12]
Sofistleri önemli kılan başka bir düşünceleri ise ‘doğal-yasa’, ‘doğal haklar’ gibi fikirleridir.[13] Örneğin özgürlük, yani özgür davranış, yalnızca doğada güçlülük ve karakter bakımından daha iyi ve daha güçlü olan ‘doğal insan’ın tamamen bir hakkı olarak ele alınır.[14] Özgürlük doğal hak olarak ifade edilmektedir fakat bu hakkı hak edebilmek için uygun bir doğal yapıya da sahip olmanın zorunluluğunun altı da çizilmektedir.
Sofistlerle birlikte, Felsefe tarihinde insan, kendine yönelmiştir; fakat bu konudaki büyük etkiyi “Kendini Bil” sözüyle Sokrat yapmış ve onunla birlikte insan, tam anlamıyla kendi kendisinin konusu haline gelmiştir. Artık suje de obje de insanın kendisidir.
Doğa felsefesi kısmında yer verdiğimiz Herakleitos felsefeyi ‘kendimi araştırdım’ ifadesiyle betimlemeye çalışmıştır. Ona göre gerçekliği bilmek için kendini düşünme isteğini yerine getirmek gereklidir. İşte Herakleitos’un düşüncelerinde kendini gösteren ‘kendini bilmek’ fikri Sokrates’te en olgun seviyesine erişmiştir.[15]
[1] Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi – Sofistlerden Platon’a, C.II, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul, 2006, s.xv.
[2] Muttalip Özcan, İnsan Felsefesi; İnsanın Neliği Üstüne Bir Soruşturma, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 2006, s.50.
[3] Ahmet Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi – Sofistlerden Platon’a, C.II, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay.,İstanbul, 2006., s.10.
[4] Platon, Theaitetos, (Çev. Macit Gökberk), M.E.B. Yay., İstanbul, 1997, 152 a.
[5] Ahmet Arslan, a.g.e., C.II, s.30.
[6] Platon, a.g.e., 152 a.
[7] Hümanizm çoğu kez insanseverlik anlamında kullanılmaktadır ama bu tutum yanlıştır. Hümanizm, insanın ilgi merkezine almak, onu kaygı özellikleri içinde anlamaya; insanın yarattığı kurum ve değerleri, insani terimler ve ilgilerle açıklamaya çalışmaktır. (Bkz, Ahmet Arslan, a.g.e., C.II s.76.)
[8] Ahmet Arslan, a.g.e., C.II, s.76.
[9] A.e., C.II, s.76.
[10] A.e., C.II, s.77.
[11] Muttalip Özcan, a.g.e, s.52.
[12] A.e., s.52.
[13] Ahmet Arslan, C.II, s.77.
[14] Muttali Özcan, a.g.e., s.54.
[15] Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, (çev. Necla ARAT), Remzi Kitapevi, İstanbul, 1980, s.16.