"Akıl sahibi varlık, gayeler krallığında hem yasa koyucu olarak hem de yasalara uyan olarak bulunmaktadır. Yasalara uymaklığı bakımından, O, bu krallığın ‘ÜYE’si; yasa koyucu olarak da ‘BAŞI’dır."
Kant’a göre her akıl sahibi varlığın kendisi, sırf bir araç olarak değil; amaç olarak vardır. Onu amaç yapan şey, ‘isteme’ye sahip olmasıdır. Varoluşları tamamen doğaya dayanan varlıklar, araç olarak vardırlar ve göreli değere sahiptirler. Kant bunlara ‘Şeyler’ adını vermektedir. Oysa akıl sahibi varlıklar, ‘Kişiler’ olarak karşımıza çıkarlar. Çünkü Kant’a göre, onların yapısı araç olarak kullanılmayacak bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan bakıldığında ‘Kişi’ olmak, amaç olmak anlamına gelmektedir ve kişi, “Gerek kendine gerekse başka akıl sahibi varlıklara yönelen bütün eylemlerinde hep aynı zamanda amaç olarak görülmelidir”. [1]
‘İsteme’, sadece yasaya bağımlı değildir; aynı zamda da yasayı koyan olarak da karşımıza çıkar. Bu açıdan, kendini ve davranışlarını yargılayabilen her akıl sahibi varlık, istemesi sayesinde kendini bir yasa koyucu olarak da görmektedir. Burada çeşitli akıl sahibi varlıkların ortak yasalar aracılığıyla oluşturduğu sistematik bir birlik söz konusu olur. Kant, bu birliği gayeler ya da amaçlar krallığı olarak ifade etmektedir. Akıl sahibi varlık, gayeler krallığında hem yasa koyucu olarak hem de yasalara uyan olarak bulunmaktadır. Yasalara uymaklığı bakımından, O, bu krallığın ‘ÜYE’si; yasa koyucu olarak da ‘BAŞI’dır. [2]
Gayeler krallığında her şey, ya bir fiyata ya da bir değere sahiptir. Fiyatı olanların yerlerine eşdeğer şeyler koyulabilirken; değerli olanların yerlerine koyulabilecek eşdeğerleri yoktur. Örneğin, beceri ve çalışkanlığın bir fiyatı varken; sözünde durma ya da iyilikli olmanın iç değeri vardır. Bunlar değerliklerini yarara ve faydada değil de; niyette bulurlar.[3] Daha önce sözünü etmiş olduğumuz ‘Kişiler’ ve ‘Şeyler’ ayrımına bu noktada tekrar dönecek olursak; ‘Kişiler’in bir iç değere; ‘Şeyler’in ise bir fiyata sahip oldukları görülmektedir. İnsan için önemli olan ise, ‘Kişi’ olmak -yani bir eşdeğeri olmamak- kendini ve insanlığı amaç olarak görmektir. Ancak bu şekilde bir fiyatı olmaktan kurtulur. Onun bundan kurtulmasının, diğer bir ifadeyle bir değer sahip olarak ‘Kişi’ olmasının tek koşulu ‘ahlaklılık’tır. Çünkü akıl sahibi varlık, ancak bu şekilde gayeler krallığında yasa koyucu olarak bulunabilir. Burada görüldüğü gibi ahlaklılık ve insanlık, aynı anlama gelmekte ve değerli olan tek şey olarak görülmektedirler.[4]
Pratik aklın yasalarına bağlı olarak davranışta bulunan ‘Kişi’dir. Bu durumda bir kişi diğer bir kişiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Çünkü ‘Kişi’nin hareketinin diğer ucunda da bir ‘Kişi’ vardır. Bir insanın başka bir insanla karşılaşmasında gerçekleştirilen bu davranış, ahlaki bir değer taşır ve bu yüzden ahlaki eylem olarak nitelendirilir.[5]
İnsanın iki yönlü ele alınmasından dolayı ‘Kişi’ de, iki yönüyle ele alınmaktadır. Pratik eylemlerini taşıyıcısı olan ‘Kişi’, numen ve fenomen olarak iki yöne sahiptir. Fenomen yanıyla diğer varlıklara bağlıdır; bu yanıyla eğilimler, ihtiraslar yani heyecan hayatı tarafından yönlendirilmektedir. Fenomen ‘Kişi’nin eylemleri pratik tarzda olsalar da ahlaki karakter taşımazlar. Çünkü bu eylemlerin temeli, görünüşler dünyasında kişiden kişiye değişme gösterebilmektedir.[6]
Numen ‘Kişi’ görünüş dünyası alanı içinde bulunmaz; bu yüzden de zaman-mekan şatına bağlı değildir. Bu açıdan bakıldığında ebedi bir karakter taşır.[7] Kişinin bu yanında karşımıza çıkan önemli kavram, ‘Transendental Sübjekt’tir. ‘Aşkın Subjekt’, tüm kişilere ait olan bir subjektir. İnsan, ancak bu yanıyla Tanrısal alanla (sfer) birleşir.[8]
İnsanın fenomen yanına ait olan ‘Kişi’, sadece ahlaki özellik göstermeyen pratik eylemlerinin taşıyıcısı olarak karşımıza çıkarken; numen yanına ait olan kişi ise saf ahlaki eylemlerin taşıyıcısı olarak nitelendirilmektedir. Fakat ahlakiliğin taşıyıcısı olmasını sağlayan diğer bir niteliği de kendisinde bulundurması gerekir ki, bu ‘özgürlülük’tür.[9] Özgürlük, kişinin eylemlerinden sorumlu olmasını ve davranışlarının sonuçlarının hesabını vermesini ifade eder. Davranışları doğrultusundan hesap verme kabiliyetini taşıyan kişi, mutlak değerini özgürlük sayesinde kazanır. Sahip olduğu bu değer ise, onu bütün maddi ve canlı varlıkların üstüne çıkarmaktadır. [10]
İnsan hürriyeti, bir isteme hürriyetidir.[11] Kant’a göre “istemesi olan her akıl sahibi varlığa zorunlu olarak yalnızca onun altında eylemde bulunduğu özgürlük idesini yüklememiz gerekir.”[12] Yani kişinin, ahlakiliği kendinde bulunduran bir özelliğe sahip olabilmesi ve buna bağlı olarak sorumluluğun taşıyıcısı olarak ele alınabilmesi için kendinde özgürlük idesinin de var olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde sorumluluktan ve ahlaki eylemlerinin değerinden söz edilmesi, mümkün olamaz ve böylece kişilik ortaya koyulamaz.
Kant düşüncesinde iki tür özgürlükten söz edilmektedir. Bunlar ‘Negatif’ ve ‘Pozitif’ anlamda özgürlüklerdir.[13] ‘Negatif’ manada özgürlük, tabiatta olan hiçbir şeye bağlı olmamayı ifade eder. Özgürlüğün böyle bir negatif yönü bulunmakla birlikte yasalara bağlı bir tarafı da kendi içinde barındırdığı görülür. İsteme -yani pratik akla sahip olan kişinin özgürlüğü- istemenin kendi kendine koyduğu yasanın dışında başka bir yasaya bağlı olmamayı ifade eder ki; işte bu, Kant düşüncesinde ‘Pozitif’ özgürlük olarak ifade edilir. Asıl önemli olan özgürlük de, budur.[14]
Özgürlüğü kanunlara dayandıran Kant, buradaki yasa kavramından anlaşılması gerekenin doğa yasaları olmadığını özellikle vurgular. Ona göre özgürlük, pratik aklın kanunlarıyla ilişkilidir. İnsan, aklın pratik yönünün koyduğu yasalara göre eylemde bulunduğu sürece özgürleşir. Bu açıdan pratik akılla eylemde bulunmak ile özgürlük aynı şeydir.[15]
Kant düşüncesinde insanın fenomen ve numen varlık olmak üzere iki tabiatlı bir özelliğe sahip olduğunu daha önce belirtmiştik. Tabi varlık olarak insan, canlı ve cansız doğal varlıklarla ortak olan bir varlık alanını paylaşır; bu açıdan tek tabi varlık, insan değildir. İnsanı duyular alanındaki varlıklardan ayıran, onun numen yanıdır. Yani akıl varlığı olmasıdır. Fakat akıl varlığı olan sadece insan değildir. Tanrı da, bir akıl varlığıdır ve O, bütünüyle bir akıl varlığı olarak ifade edilir. Mutlak varlık olan Tanrı’da artık tabiat varlığı diye bir yan, söz konusu değildir. Bu açıdan bakıldığında insanın, numen yanıyla Tanrı ya da mutlak varlığa; tabiat yanıyla doğal yasalara katıldığı görülmektedir.[16]
Kant düşüncesinde insan, ‘Kişi’ olmaklığı bakımından bir önem kazanır. İnsan, ‘Homo Phaenomenon’ olarak henüz bir kişi değildir; çünkü özgür değildir. Fenomen insan, aynen diğer doğa varlıkları gibi doğa kanunlara tabidir; yani kausaliteye bağlıdır. Burada her şey, neden sonuç bağına göre hareket eder. Bu açıdan insan, bu yanıyla hak ettiği insanlık değerini elde edemez. İnsan, ‘Homo Noumenon’ olarak özgürlük idesini kendisinde taşır ve kişi haline gelir. Böylece duyulur varlıklar üstüne çıkarak, fiyatı olan bir ‘şey’ olmaktan kurtulur ve ahlakilik değerine sahip bir akıl varlığı olarak ortaya çıkar. Ahlakiliği ve insanlığı kendisinde taşıyan ‘Kişi’ artık bir araç değil bir amaçtır. Kendini bir amaç olarak görmesi ve eylemlerini buna bağlı olarak gerçekleştirmesi, onu hak ettiği tanrısal mertebeye taşır.
Kısacası, Kant’a göre insan, tabi ve akıl yanı olan; tabi yanıyla diğer duyulur varlıklardan ayrılmayan; numen yanıyla bir kişiliğe sahip; kendini bir amaç olarak gören; ahlakiliği ve insanlığı amaç edinen; pratik aklın kanunlarına bağlı olarak özgür istemeye sahip bir akıl varlığıdır.
[1] Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, (çev. İonna Kuçuradi), T.F.K. Yayınları, Ankara, 2002, s.45.
[2] A.e., s.50,51.
[3] A.e., s.52,53.
[4] A.e., s.52.
[5] Takiyettin Mengüşoğlu, Kant ve Scheler’de İnsan Problemi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1969, s.31.
[6] A.e., s.31,32.
[7] A.e., s.33,34.
[8] A.e., s.32.
[9] A.e., s.34,35.
[10] A.e., s.39.
[11] A.e., s.44.
[12] Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.66.
[13] A.e., s.64.
[14] A.e., s.65.
[15] T. Mengüşoğlu, a.g.e., s.45–48.
[16] A.e., s.28,29.