KKÜ İTBF. Felsefe Bölümü +90 318 3574242 Dahili: 4114 sarp_mustafa@hotmail.com

“Tek bildiğim şey hiçbir şey bilmediğimdir.”

 

Cassirer, Sokrates’in felsefesinin insanbilimsel bir felsefe özelliği taşıdığını ifade etmektedir.[1] Cassirer’e göre, insanın doğasını fiziksel nesnelerin doğasının incelediğimiz yolla bulamayız, çünkü fizik nesneleri ancak biz objektif özellikleri yani genel geçer yapıları aracılığıyla betimleyebiliriz. Ama insanını durumu farklıdır. İnsan sadece bilinçliliği aracılığıyla betimlenebilir. Bu yüzden insanı ortaya koymada ve anlamada doğa filozoflarının ortaya koyduklar gözlem ve deney yetersiz kalmaktadır. İnsanı anlama çabası ancak insanlarla doğrudan doğruya ilişki kurularak; insanın iç yüzü kavranabilir.[2] İşte Sokrates’in ayırıcı özelliği de burada kendini gösterir. O, “ben bilgi dostuyum, öğretmenlerin ise ağaçlar ya da kırlar değil; sitede oturan insanlardır[3] ifadesiyle felsefeyi monolog bir özellikten diyaloga çevirmenin önemini vurgulayarak, insanın ne olduğu ile ilgili bilgiye bu yolla ulaşılabileceğini göstermeye çalışmıştır.

Sokrates insanlarla konuşmaktan ve tartışmaktan hoşlanan bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yapısı onun insan anlayışını da şekillendiren bir özellikledir.  Özellikle onun hiç yazılı bir eser ortaya koymamasının nedenini, bu özelliğine bağlamak hiç de yanlış olmayacaktır.[4]

Onu genellikle biz şu sözüyle özdeşleştirmekteyiz: “tek bildiğim şey hiçbir şey bilmediğimdir.”[5] Sokrates’in bu deyişi, Platon’un Sokrates’in Savunması adlı eserinde açıkça anlatılmıştır.  Özelikle arkadaşı Khairephon’un Delphoi tapınağına gitmesi ve tanrıya Sokrates’ten daha bilge bir kişi olup olmadığını sorması[6] hakkındaki bölüm, bu sözün açıklamasını bize sunmaktadır. Arkadaşının bu sorusu üzerine Tanrı’nın “Hayır.” cevabı vermesi, Sokrates’i de şaşırtmıştır.[7] Sokrates, Tanrının bu cevabı hakkında düşündüğünü ve nasıl bir sonuca vardığını şu sözleriyle dile getirmektedir:

 

Tanrı yalan söylemez, yalan onun sözü ile uzlaşır sözü ile uzlaşır bir şey değil. Ne demek istediğini uzun zaman düşündüm; en sonunda şu fikre vardım: Bilgisi belli birini bulup tanrıya gider, sözünü çürütmek için derim ki : ‘işte benden bilgi bir adam; oysaki sen benim için en bilgili demişsin’ Bunun üzerine bilgisi ile ün kazanmış birine gittim, kendisine iyice baktım. Adı lazım değil, denemek için seçtiğim bu adam devlet işleriyle uğraşır. Vardığım sonuç şu oldu: bu adam…bilgin gözüküyor ama hiçbir ilgisi yok. …. Yanından ayrılırken kendime dedim ki: Doğrusu ikimizin de iyi, güzel bildiğimiz yok; gene de ben ondan bilgeyim; çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor, bense bilmiyorum ama bildiğimi de sanmıyorum.”[8]

 

Bu sözün, insan felsefesi açısından önemi, kimsenin bir şey bilmediği bir durumda bilmediğini bilmemek, bilinçliliğin ya da bilgeliğin başlangıcı ifade etmesidir.[9] Yani Tanrı, bu sözüyle, insan bilgisinin büyük bir şey olmadığını; hatta hiçbir şey olmadığını insanın kendine göstermeye çalışmıştır. Bunu ise İnsan, ancak ‘kendini bil’me çabası içerisine girerse görebilecektir. Sokrates, Delphoi kâininin cevabına uygun olarak ‘kendini bilme’ çabasının önemli bir değer olduğunu düşünmektedir. Çünkü kendini bilme çabası insanı olanaklılık içerisinde erdemli bir insan haline getirmenin biricik yolu olma özelliğini taşımaktadır.[10]

‘Kendini bil’ özdeyişi aslında doğrudan Sokrates’in kendine ait olan bir ifade değildir. Bu özdeyiş Delphoi Tapınağının üstünde yazan bir yazıt olarak karşımıza çıkmaktadır.[11] Bunu daha çok Sokrates ile özdeş tutulmasının nedeni, onun bu özdeyişi tam anlamıyla kendinde uygulayan kişi olmasıdır. Bu özdeyişin Sokrates tarafından benimsenmesi, insan felsefesi açısından önemli bir dönüşümü de ifade etmektedir. Çünkü buradaki ‘kendi’ kavramı insanın artık evrenbilimsel bir çaba içersinde ele alınmaktan çıkarılıp; psikolojik bir öğe olarak ele alınmasının başlangıcını ifade etmektedir. Sokrates fizik yerine psikolojiyi koyarak; insanın ahlaki yetkileşmesinin bilgisini elde etmeye çabalamıştır.[12]

Kendi kendini bilmek, insanın çözmek zorunda olduğu en önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki, insanın kendini bilmesi ne anlama gelir? İşte Sokrates’in sürekli olarak cevabını aradığı soru da budur.[13]  Yukarıda da belirttiğimiz üzere kendini bilmek bilgelikle ilişkilidir; bu açıdan bakıldığında yapılması gereken aslında bir bilgelik arayışı içerisinde olmaktır. Bilgeliğin araştırılmasında ise başlangıç noktası olarak  ‘insan’ın ele alınması gerekmektedir.

Öncelikle şunun belirtmemiz gerekmektedir, Sokrates’in kullanmış olduğu ‘kendi’nden anlaşılması gereken ‘tek tek insanlar’ değildir; burada o ‘tür olarak insan’ı ön plana çıkarmak istemektedir.[14] Burada dikkat çekilmeye çalışılan şey, bir tür olarak insanın, insanlığın yüksek değerleri hakkında ne düzeyde bir bilgiye sahip olup, olmadığının belirlenmesinin gerekliliğidir.[15] Yani ‘kendini bil’, insanlık değerlerinin bilgisine sahip ol ile eşdeş bir anlamı içermektedir. Sokrates açısından bakıldığında bu yüksek değerlerin ne olduğunun araştırılması, bizi onun ahlak anlayışının içerisine sokmaktadır.

Sokrates felsefe tarihi içersinden bir ahlak filozofu olarak anılmaktadır. Çünkü onun ortaya koymak isteği şey, temel konusunu, erdemin ne olduğu sorusunun oluşturduğu bir ahlak bilimidir.[16]

Sokrates’e göre erdem üstünlüğü ve mükemmelliği ifade etmektedir ve bu özelliğiyle erdemi biz, doğadaki bütün varlıklar için kullanabiliriz. Kılıcın erdemi kesmek,  gözün erdemi görmektir v.b. Kısacası bir varlığın doğasının gerektirdiği şeye sahip olmasını,  onun erdemi olarak tanımlamak mümkündür.[17] Peki Ahlak ve konumuzun özelliği açısından, insanın erdemi, Sokrates açısından ne anlama gelmektedir?

Kılıcın yetkinliği açısından erdemi kesmek ise “insanı yetkin ve üstün kılan, mükemmelliğini gösteren, yani onun erdemli kılan şey nedir?” sorusunu cevaplaya bilmek için insanı diğer varlıklardan ayıran, onlarla paylaşmadığı özelliklerini bakmak gerekir. Sokrates’e göre insanı diğer varlıklardan ayıran onun ayırt edici özelliği, bilinç sahibi olmasıdır. Onun insandan anladığı, ‘bilinçli insan’dır.[18]

Sokrates’e göre insanın ayırt edici özelliği, onun doğasıyla aynı şeyi ifade etmektedir. İnsanın doğası ise ereğinin ne olduğunu belirtmektedir. Burada şu soru ortaya çıkar: İnsan eylemlerinin ereği nedir? Sokrates buna ‘Mutluluk’ cevabını vermektedir. Ona göre bütün insanlar, mutlu olmak için çabalamakta; bunu elde etmek için uğraşmaktadırlar. İnsanın bu ereğini gerçekleştirmesi insan için en yüksek iyiyi ifade etmektedir. [19]

İnsanı -‘tür olarak insan’ olması bakımından- diğer varlıklardan ayıran ‘en yüksek iyi’nin yani mutluluğun elde edilmesinin yolu nedir? Buna da Sokrates’in cevabı çok açıktır: ‘Bilgi’. Daha açık olarak, insanın özünün, erdemin ya en yüksek iyinin bilgisidir.[20]

Anlaşıldığı üzere, Sokrates düşüncesinde erdem ile bilgi özdeştir. Bir insan, gerçekten doğru olan bilgiye ulaşmışsa, doğru olan eylemi, yani erdemi, de gerçekleştirir[21] İyinin bilgisine ulaşan insan, iyi yaşama yolunu da bulmuş demektir. Bu yol insanı doğrudan mutluluğa götürmektedir.[22] Bu yüzden mutluluğa giden yolun bilgisi, insanın insan olmaklığı bakımından elde edilmesi gereken bir bilgidir. Bu tür bilgiye ise ancak araştırılmış, sorgulanmış, eleştirilmiş bir yaşam yaşayarak ulaşılabilir.[23]

 

 


[1] Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, (çev. Necla ARAT), Remzi Kitapevi, İstanbul, 1980, s.16.

[2] A.e., s.17.

[3] Aktaran: Ernst Cassirer, a.g.e., s. 16.

[4] Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi – Sofistlerden Platon’a, C.II, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay.,İstanbul, 2006, s.91.

[5] A.e., s.92.

[6] Platon, Sokrates’in Savunması, (Çev. Niyazi Berkes), Sosyal Yayınlar, İstanbul, 2001, s.14, (21 a).

[7] A.e., s.15,(21 b).

[8] A.e., s.15 (21 c).

[9] Ahmet Arslan, a.g.e., C.II, s.96.

[10] F. A. Lange, Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi, (Çev. Ahmet Arslan), Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1998, s.74.

[11] A.e., s.77.

[12] A.e., s.77.

[13] A.e., s.79.

[14] Ahmet Arslan, a.g.e., C.II, s.95.

[15] A.e., C.II, s.95.

[16] A.e., C.II, s.127.

[17] A.e., C.II, s.127.

[18] A.e., C.II, s.128.

[19] A.e., C.II, s.128.

[20] A.e., C.II, s.129.

[21] Muttalip Özcan, İnsan Felsefesi; İnsanın Neliği Üstüne Bir Soruşturma, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 2006., s.60.

[22] A.e., s.61.

[23] Ernst Cassirer, a.g.e., s.17.