Hayvan, Tanrı elliyle yapılmış, çok iyi derecece düzenlenmiş ve insanların icat ettiklerinin hiç birinde bulunmayan mükemmel hareketleri yapabilen bir makine
Descartes’in hayatta bir kez olsun tüm doğru bildiklerimizden şüphe etmemiz gerektiğini düşündüğü belirtmiştik. Bu noktada, onun ilk olarak şüpheyle yaklaştığı şeyin duyularımız olduğunu söylememiz gerekir. [1] Duyular, ona göre aldatıcıdır. Bu açıdan bedenin özniteliğinin ne olduğunun araştırılmasında duyulara güvenmek yanlış olacaktır. Bu yüzden farklı bir yol izlenmesi gerektiğin düşünen Descartes, bunu ‘Bal Mumu’ örneğiyle açıklamaya çalışır. Ondan tatlı lezzetini, güzel kokusun ve ak rengini çıkardığımızda geriye tek şey kalmaktadır: Uzam.[2] Uzam ya da yer kaplama duyulmamayla değil; zihinle kavranan bir şeydir. Burada yer kaplama bal mumunun ve diğer bütün maddi şeylerin var olmalarıyla ilgili açık ve seçik bilgisini bize veren bir özelliktedir. Bu açıdan bakıldığında, uzam bedenin ya da daha genel bir ifadeyle maddi tözün öz niteliği olarak görülür. Çünkü maddi cevher, zihin tarafından ancak uzam aracılığıyla kavranabilmektedir ve eğer tözün bilinmesi, ancak sahip olduğu özniteliğiyle mümkünse[3], bedenin özniteliği uzam olmuş olur.
Yer kaplama ya da uzama sahip olmak, en boy ve derinliğe sahip olmak demektir.[4] Bu ise, bir sınırlandırılabilmek ve bir yerde bulunabilmek anlamına gelir. Bu açıdan Descartes’in bedeni “bir şekilde sınırlandırılabilen, bir yerde bulunabilen, başka bütün cisimleri bulunduğu yerden atacak biçimde bir uzay bölümü doldurabilen, kendiliğinden değil fakat kendisine dokunan ve iten başka bir cisim tarafından muhtelif tarzda harekete getirilen şey”[5] olarak tanımladığı görülmektedir.
Ruh ve bedeni bu şekilde ortaya koyan Descartes’in bakış açısında insanı diğer varlıklardan ayıran yanının hangi yan olduğunun belirlenmesi gerekir. Özelikle bu konuyla ilgili olarak ‘Metot Üzerine Konuşma’sında hayvan ile insan arasındaki ayrımı ortaya koyma çalıştığı görülmektedir.
Hayvan, Tanrı elliyle yapılmış, çok iyi derecece düzenlenmiş ve insanların icat ettiklerinin hiç birinde bulunmayan mükemmel hareketleri yapabilen bir makine olarak ifade edilir. Bununla beraber, onların bedenleri insanların bedenine benzemektedir. Fakat böyle olsa da, ahlaki davranışlarımızı bile taklit edebilen bu makine hayvanlardan insanları ayırabilmek için ona göre iki yol bulunmaktadır. Bunlardan ilki, insanın düşüncelerini iletirken söz ve işaretler kullanabilmesi; yani anlamlı bir dil oluşturabilmesidir. İkincisi insanların yapabildiği bazı şeyleri onların yapamıyor olmalarıdır.[6]
Descartes’e göre, hayvanlar yaptıkları şeyleri bilinçli bir şekilde değil; bir makinenin parçaları arasındaki uyumda gözlenen düzende olduğu gibi organlarına verilen düzen sayesinde yaparlar. İnsan, hareketlerini düzenleyen bir akla sahipken; hayvanda bunu bulmak imkânsızdır. Budalalar dâhil, tüm insanlar, düşüncelerini anlatabilecek şekilde birçok kelimeyi bir araya getirerek bir konuşma gerçekleştirebilirken; hiçbir hayvan bunu yapacak bir özelliğe sahip değildir. Bunun nedeni, hayvanlarda bunu becerebilecek organların eksikliği değil; onların bir akla sahip olmamalarıdır.[7]
Descartes’in yukarıda özetlediğimiz düşüncelerinden harekele şu sonuç rahatlıkla çıkarılabilir. İnsan, beden yani uzam ya da yer kaplayan cevher yanıyla hayvanlardan ayrılmaz; çünkü belirttiğimiz üzere hayvan ve insan bedeni birbirine bezer özelliktedir; onu hayvandan ayıran yanı, insanın düşünen cevhere, yani ruha sahip olmasıdır. İnsanı diğer varlıklardan farklı bir mertebeye koyan şey, öz niteliği düşünme olan ve bilinçlilik ifade eden ruh ya da akıldır.
[1] Descartes, Metafizik Düşünceler, (Çev. Mehmet Karasan), M.E.B. Yayınları. İstanbul, s.98.
[2] A.e., s.117.
[3] Nurten Gökalp, “Descartes ve Spinoza Düşüncesinde Gerçek İyi Kavramı”, Felsefe Dünyası Dergisi, S.40, s.23.
[4] Descartes, Felsefenin İlkeleri, (çev. Mesut Akın), Say Yayınları, İstanbul, 2002 s.104.
[5] Descartes, Metafizik Düşünceler, (Çev. Mehmet Karasan), M.E.B. Yayınları. İstanbul, s.111.
[6] Descartes, Metot Üzerine Konuşma, (çev. K. Sahir Sel), Sosyal yayınlar, İstanbul, 1994, s.52-53.
[7] A.e., s.54.